Uzmanlaşmak istediği alan konusunda kararsız olan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Sadi Turgut: Fizik öğrenciyseniz, öğrenciliğinizin büyük bir kısmında aslında fizik için bir altyapı oluşturuyorsunuz. Bu altyapıyı da kuantum mekaniği, elektromanyetik teori gibi derslerle oluşturuyorsunuz. Böyle bir altyapıya sahip olmadan bir şeye karar vermeniz çok doğru değil bence. Bu temeli oluşturduktan sonra üçüncü ve dördüncü sınıfta seçmeli dersler almanız gerekiyor, böylece bir alan seçmeniz gerekecek. Ancak bu dersleri almanız, alanımı seçtim ve her şeyi bitti anlamına gelmiyor. Bu seçmeli derslerde, şu andaki güncel araştırma alanlarıyla ilgili bir temel oluşturacaksınız. Böylece hangi alanlarda ne türden araştırmaların yapıldığını anlayacak duruma geleceksiniz. Bu noktada karar vermeniz daha doğru olur.
Ancak, bu kararınızdan sonra da ömrünüzün sonuna kadar bu alanda çalışmak zorunda değilsiniz. Burada yine tesadüfler rol oynuyor. Bazen insanlar akademisyen olacağım hayaliyle başlıyor ama sonra bir şekilde iş dünyasına atılıyor. Hatta doktorasını yaptıktan sonra bile bambaşka bir alanda çalışanlar olabiliyor. Planlarınız her zaman değişebiliyor. Bu yüzden, her zaman hayatın her noktasında “Ben yaptığım işten hoşlanıyor muyum?” sorusunu kendinize sorup eğer işler yolunda gitmiyorsa başka alternatiflere bakmanız gerekiyor. Alan seçimi gerçekten de tesadüf.
Bu duruma örnek vermek gerekirse lisans son sınıftaki projenizi bitirdikten sonra yüksek lisansınızı başka bir alanda yapabilir ve hatta doktoranızda yine farklı bir alana geçip akademisyen olduğunuzda bambaşka bir alanda çalışabilirsiniz. Bu türden hikayeler var. Bir işin içine girmeden o işi ne kadar sevip benimseyeceğinizi kestiremezsiniz. Kendimden örnek vermem gerekirse doktoramı katıhal fiziği üzerine yaptım. Bir süre bu alanda çalışmaya devam ettim ama sonra dedim ki bu alan bana göre değil ve farklı bir alana geçtim. (…)
Bu durum üniversite sınavıyla da benzer aslında. Fiziği seçtiniz ve buraya geldiniz. Çalışmadığınız bir alanda ders almak bir kayıp değil. Kesinlikle size bir şeyler katıyor. Biz niye konsantrasyonlardan bahsediyoruz peki? Çünkü bazen öğrenciler rastgele alanlardan 4 farklı ders seçiyor, belki daha iyi not dağıtılıyor diye. Öğrencileri biraz daha yönelmeye zorlayalım diye bu türden alanları seçtik. Bunda da çok başarılı olamadık. Normalde 4 dersi de aynı konsantrasyondan seçmelerini istedik. Bir süre uygulandı ama sonra sürdürülebilir olmadığını anladık çünkü her dersin açılması mümkün olmayabiliyor.
Ahmet Keleş: Kariyerimi kendim bilinçli bir şekilde belirlememin mümkün olmadığını düşünüyorum. Lisanstayken bir sürü ilginç konu duyuyorsunuz. Sicim Teorisi, süperiletkenlik, baryogenesis, çoklu evrenler gibi bir sürü ilginç şey duyuyorsunuz. Hiçbiri konusunda fikir sahibi olup da kariyerimizi adayacağımız bir şey mümkün değil. O zaman bana gelen olanaklar belirledi benim kariyerimi. Lisanstayken Bilkent’ te yoğun madde fiziği çok güçlüydü, ben de o alanda ilerledim.
Öğrencilere de tavsiyem, gözünüzü açık tutun ve önyargılı olmayın. Önceden “Ben şu konuyu çalışacağım, başka bir şey olmazsa fiziği bırakırım” demesinler. Gayet açık yüreklilikle etraflarına baksınlar ve denemekten korkmasınlar. Lisansta bir şeyi deneyebilirsiniz, yüksek lisansta başka bir konuyu deneyebilirsiniz ve doktorada da bambaşka bir problemi çalışabilirsiniz. Belki fiziği bırakabilirsiniz, bu da çok yaygın. İlla bu negatif bir şey değil, korkmaya gerek yok. Hayatta yeni fırsatlar çıkarsa hem konu hem alan da değiştirebilirsiniz.
Uzmanlaşmak istediğiniz alanı nasıl belirlediniz? Bu alanı belirlerken karşınıza çıkan olaylar ve tercihlerinizden bahsedebilir misiniz?
Alpan Bek: Sizin yaşınızda olsaydım, önümde fizik programı var ve konsantrasyon seçimleri gelecek önünüze. Astrofizik mi, yüksek enerji fiziği mi, fotonik mi istersiniz? Ben öğrenciyken böyle bir seçim şansım yoktu. Çünkü, Bilkent Fizik’ teki kadromuzda çoğunlukla katıhâl fiziği çalışan akademisyenlerimiz vardı. Katıhâl fizikçisi olduğumuzu çok farketmeden fizikçi olduk. Çok isteseniz de astrofizik dersleri yoktu, dışarıdan, örneğin ODTÜ’den almak gerekiyordu. O zaman farkında değildik, bize neler verildiyse onları okuduk. Dolayısıyla bu program bizi katıhal fizikçisi olarak yetiştirdi. Bunu kötü olduğu için demiyorum. Ben katıhal fiziğini çok sevdim. Alan olarak da çok memnunum. Fotoniği ise katıhal fiziğinin bir alt alanı olarak düşünebilirsiniz. Katıhal fiziğinden doğan alanlardan biri elektronik diğeri ise fotoniktir. Ben fotonikçiyim genel olarak. (…) Atilla Aydın hocamızın yanında yetiştim. Ama çok bilinçsiz bir seçim değildi. Sonuçta, Atilla Hoca’yı seçip onunla çalışmak benim tercihimdi. Hep deneysel fizikçi olmak istediğimi de biliyordum. Çocukluktan beri deneye ilgim söz konusuydu. Dolayısıyla fotonik üzerine kendiliğinden gelişen bir ilgim oluştu.
Uzmanlaşmak istediği alan konusunda kararsız olan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Alpan Bek: İkinci sınıfa hatta üçüncü sınıfın yarısına kadar kendinize özellikle bir alan belirlememeniz çoğunuz için iyi olur. Peki neden? Çünkü baştan bir tarafa yönelip de diğer tarafları göz ardı ederseniz, bu sefer fiziğe olan perspektifiniz daralabilir. Erken yaşta alt dallara ayrışmayı tavsiye etmiyorum. Ben, mesela, mecbur olarak katıhal fizikçisi olarak yetiştirildim. Ancak siz ODTÜ Fizik Bölümü’ nde buna zorunda değilsiniz. ODTÜ’ nün farkı fiziğin hemen hemen her alanında eğitim verebilmesi ve araştırma kadrosu olması. Dolayısıyla, kendinizi baştan belli bir alana kanalize etmeniz belki bazı dersleri çok ciddiye almamanıza neden olabilir. Buna sebebiyet vermeyin. Ancak tüm temel dersleri hakkıyla öğrendikten sonra, alt branşlaşmaya gitmek için öncelikle neyin ne olduğunu biraz tadarak karar vermek lazım. Sadece ne olduğunu bilmeden, gözünüzün önünde oluşan bir imge ile karar vermeyin. İçine girin ve deneyimleyin. Ne olduğunu görüp öyle karar verin. Bunu tek bir alanı deneyimleyerek yapamazsınız. Birçok alana girip çıkmanız lazım.
Peki bunu nasıl yapabilirsiniz? Bölümde 30-35 akademisyen var. Her öğretim üyesinin kapısını çalıp “Siz neler çalışıyorsunuz?” demenin hiçbir kötü yönü yok. Bir kere, dersleri beklerseniz çok geç olur. Birçok seçmeli dersi baştan seçebilmeniz için önceden hocalara soru sormanız, kapısını çalmanız gerekir. Hocalarınız zaten meraklı öğrencileri kapısından yollamaz, çok meşgul değillerse. Mesela benim kapım sürekli açık olur ve pandemiden önce çok fazla meraklı öğrenci gelip konuşurdu benimle.
Hocalarla konuşmak için ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçerkenki dönem en ideal dönemdir. Bir de ilginizi çeken bir alan bulduktan sonra işi oluruna bırakıp “Konsantrasyonumu seçeyim, mezun olup gideyim.” düşüncesinden ziyade seçtiğiniz alandaki hocalarla konuşup “Ufak da olsa bana iş verebilir misiniz, çalışmalarınıza ben de dahil olabilir miyim?” düşüncesinde olmalısınız. Araştırma gruplarında her seviyede öğrenciye verilebilecek irili ufaklı işler mutlaka bulunur. Bu konuyu hiç dert etmeyin. Siz merak ettikçe ve öğrenmeyi istedikçe öğretim üyeleri ellerinden geleni yapacaktır. Böylece, kararınızı verirken ayaklarınız yere basarak karar vermiş olursunuz.
Altuğ Özpineci: Deneyim. Lisans aşamasında hocalarla çalışan birçok öğrencimiz var. Mesela, ben yüksek enerji ve kozmoloji diye geldim, hadron fiziğine yöneldim. Sonrasında katıhal fiziğine geçtim ancak en sonunda hadron fiziğinin benim için daha uygun olduğuna kanaat getirdim. Sizler şu anda birinci sınıfta bile deneysel çalışmalara katılabilirsiniz. İlgileniyorsanız devam edersiniz; ilgilenmiyorsanız da size göre olmadığını öğrenmiş olursunuz ve bir başka hocayla başka bir alanda çalışırsınız. Bölümümüzde, şu anda, böyle bir imkanınız var. Lisanstayken istediğiniz kadar alan değiştirebilirsiniz, kimse bir şey demez. Ancak, bunu doktorada yapmak çok daha zordur. Birinci ve ikinci sınıfta kendinize bir konu seçmeniz veya ilk denediğiniz konuda kalmanız da gerekmiyor. Bunu bir keşif olarak düşünün, kendinizi keşfetmek gibi. İlgi alanınızı keşfedin.
Hande Toffoli: Doktorasının ortasına gelip karar veremeyen birisi zaman sıkıntısı yaşayabilir. Ancak lisans okurken karar vermemek kötü bir şey değil. Öncelikle öğrencilere panik olmamalarını tavsiye ederim. Lisansta bir çok konuya ilgi duymaları da normal bir şey. Bol bol okumalarını tavsiye ederim. Ama bu da bir yere kadar.
Aslında, en güzeli, mümkünse ilgilendikleri konularda ufak tefek projeler yapmalarıdır. Çünkü okuyarak bir konuyu öğrenebiliyorsunuz ancak gündelik olarak o konuyla uğraşırken o konunun bir sürü detayını, ekstralarını da öğreniyorsunuz. Önemli olan, işte bunu yaparken de bakalım bunlardan zevk alıp almadığınızdır. Yani fizikte herhangi bir giriş seviyesindeki ders kitabını okumaktan hoşlanabilirsiniz. Ancak bilgisayar programlamasını sevmiyorsanız veya laboratuvarda olmayı deney düzeneği kurmayı, çalışmalarınızın soyut olmamasını istiyorsanız bu iş size göre değil. Mümkün olduğu kadar işin içinde olmalarını, o da olmuyorsa o işin içindeki kişilerle konuşmalarını tavsiye ederim.
Atakan Gürkan: Öğrencilere ilk söylemek istediğim şey, eğer İngilizce ile ilgili bir probleminiz varsa öncelikle bunu çözmeniz gerekiyor. İngilizce’yi muhakkak iyice öğrenmeniz lazım. Bu, önünüzdeki kapı sayısını çok fazla artıracaktır. Bir öğretim üyesi olana kadar veya kararınız belli olana kadar stratejinizin, önünüzdeki imkan sayısını maksimize etmeye odaklı olması gerektiğini düşünüyorum. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Muhakkak, matematik öğrenmeniz gerekir. Deneysel mi, teorik mi yoksa hesaplamalı mı çalışacaksınız, en azından buna karar vermeniz gerekiyor bence.
Kuramsal çalışacaksanız mutlaka matematik çalışmanız lazım. Deneysel çalışacaksanız ne yapmanız gerekiyor pek bilmiyorum açıkçası. Ancak her halükarda bilgisayarı biraz öğrenmeniz lazım. Bir de mümkün olduğu karar insanlarla konuşup ne ilginizi çekiyor, sizi ne heyecanlandırır, hangi soruları yanıtladığınızda aklınıza daha farklı ve daha iyi sorular geliyor buna bakmanız gerekiyor.
Ben doktora hocam ile konuştuğumda programlama bilmeseydim, o iş olmayacaktı ya da asistanlığı ciddiye almasaydım, Northwestern Üniversitesi’ndeki doktoram çok kötü bir sona varacaktı. Elinize aldığınız işleri en iyi şekilde yapmanız ve temelinizi iyi oluşturmanız gerek. Karşınıza çıkan fırsatlara da sürekli kapınızı açık tutmalısınız.
Bilge Demirköz: Alanın hiçbir önemi yok. Gerçekten yok. Ben şu ana kadar bilim camiasında, “Keşke şunu yapsaydım.” diyen kimseyle tanışmadım. Bu benim için de geçerli. Belki nörolog olurdum ama yine mutlu olurdum. Belki uzay mühendisi de olabilirdim ama yine mutlu olurdum. Önemli olan hangi alanda çalıştığınızdan çok, ne gibi sorularla boğuştuğunuz ve o sorulara cevap verirken kendinizi nasıl geliştirdiğiniz.
Ben de sizin gibi üniversitedeyken denize düşmüş, hangisi iyi balık diye düşünüyordum. Önemli olan yakaladığın balığı çok iyi tanımak, ona emek vermek ve bu emeğin karşılığını almaktır. İnsanı neşelendiren şey, ki bence mutluluktan daha önemli bir şeydir bu, bir soruya odaklanmak ve o odağın içerisinde yaratıcılığını göstermektir. Ben ilk kez MIT’ ye gittiğimde, lisans birinci sınıfta matematiğe başladığımda, swallowtail diye bir eğriler ailesi üzerinde çalıştım. İkinci senemde, yazın, MIT’ deki düşük enerjide çalışan elektron hızlandırıcısından gelen verilerin analizini yaptım ve manyetik alanların elektrona olan etkilerine baktım. Üçüncü senemde, Uluslararası Uzay İstasyonu üzerinde bir deneye katılmak istedim ama olmadı. Sonrasında, Almanya Mami’de, 3 ay staj yaptım ve protonun içerisindeki dalga fonksiyonlarının asimetrisini çalıştım. Dördüncü senemde, Uluslararası Uzay istasyonu üzerindeki deneye katıldım ve alfa elektron spektrometresi ile deneyler yaptım. Yüksek lisansıma da MIT’ de devam ettim. 4 sene boyunca NASA’ nın çok detaylı uzay testlerinde çalıştım, ki vibrating, termal vakum, vs gibi birçok prosedür testi var. Ama hedefi unutmamak lazım. Hedefimiz, uzaya bir cihaz yollamak ve karanlık maddeyi aramak. Biir hedefiniz olduğu sürece kaybolmazsınız. Bu projede bu cihazımızı uzaya gönderecektik ki Columbia faciası yaşandı ve malesef 4 senelik emek çöpe gitmiş oldu. Çok büyük bir hayal kırıklığıydı. O zamanlar dünya sona eriyor gibi geliyordu bana. Ancak şimdi, kendime ne kattım diye bakıyorum bu olaylara. Devamında Oxford’a gittim ve sonra da CERN, Atlas Deneyi yani yine karanlık madde. ATLAS’ ta çalışırken neredeyse bir veri mühendisi gibi çalıştım. (…) Sonrasında Türkiye’ye geldim. O zamanlar alfa manyetik spektrometresi uzaya gidiyordu. Bu sırada MIT’ deki hocama gidip dedim ki “Hocam biz de bunun bir parçası olabilir miyiz?” ve karanlık madde verisine analizlerine başladık. Bu sefer veri analizine kaydık. Amacımız neydi? Amacımız aranlık maddeydi.
İlk başta matematik, sonra manyetik alan analizleri, sonraki yaz çalıştığım konu da fizik ve aynı zamanda uzay mühendisliği, en sonunda da veri mühendisliği gibi çalıştım söylediğim gibi. Bu çalışmaların hepsinde amaç fizikti. (…) Burada birçok adım var. Hedefiniz doğru olduğu sürece insan kılıktan kılığa girebilir. Ama elinizde sağlam bir tabanının, bilimsel altyapınız olabilir ki onun üstüne kat ve kat koyabilin. Bundan dolayı bu soruyu kafanıza takmayın. Sorduğunuz sorular doğru olsun, matematiği iyi bilin.
Bir fizikçinin çok iyi matematik bilgisine sahip olması lazım, istatistik bilmesi lazım, hangi alanda çalışırsa çalışsın. Yalnız yamyam olmayın. Bazen bunu görüyorum. Öğrenciler ilk kez çalışmaya başladığında daha iş yapması için bir şeyler öğrenmesi gerekiyor. Çoğunlukla bir doktora veya yüksek lisans öğrencisinin yanına veriyoruz ki sorularını sorabileceği birisi olsun. Arada da bana rapor veriyor. Birkaç ay sonra ben tamam ben öğrendim, radyasyon sayacı, alfaları sayıyorum, ben öğrendim ve gidiyorum diyor. Yok böyle bir şey. Zaten öğrenmek için hocaların yanına gitmeyin, üretmek için gidin.
Barış Malcıoğlu: İlk olarak temel prensiplerinizi güçlü tutun. Hangi konuyu seçerseniz seçin her zaman kuantum mekaniği ve diğer temel derslerinizi mutlaka çok sağlam tutun. Bol bol okuyun çünkü şöyle bir şey var ki belli bir dönem herkes nanoteknoloji, topolojik yalıtkanlar üzerine çalıştı, on yıl sonra bu konular modadan düştü ve kimse çalışmamaya başlıdı. Mesela benim dönemim de çok revaçtaydı, spintronics çalışıyordu herkes ama uzun bir süre kimse bu alanla ilgilenmemişti. Bu noktada eğer temellerinizi güçlü tutarsanız bu tür modalar arasında rahatça geçiş yaparsınız. Çünkü tüm bu alanlar aynı prensipleri kullanıyorlar.
İkincisi bol bol okuyun. Okumak bu işin en temel taşlarından birisi. Yazmanın da büyük faydası var. Bol bol çalıştaylara katılıp iletişim kanallarınızı, bağlantılarınızı güçlendirin. Çalıştaylara katılmak Türkiye’de çok kolay değil ama yaz okullarını bulursanız hiç kaçırmayın. Hem sosyalleşme hem de profesyonel geleceğiniz açısından çok şey öğrenirsiniz. Bir de Türk gibi başlayıp Alman gibi bitirin. Hevesle başlayıp zorluklarla karşılaşınca insanın hevesi kaçıyor. Bu hevesi sabit tutup maraton koşucusu gibi çalışmanızı sürdürmeniz gerekiyor.